14 Temmuz 2013 Pazar

Sermayenin İlk Birikiminin İlkelleşmiş Modern Hallerinden Biri: Özelleştirme!

İlk Sermaye Birikimi
İlk birikim feodalizmin çözülmesi ve kapitalist öğelerin serbest kalmasıyla başladı. 
Tefecilik ve ticaret yoluyla biriken servetin, sömürgeci yöntemlerle yağmalanan altın ve gümüşün sanayi sermayesine dönüşmesinin önündeki hukuksal engel, feodalizmin ve kentlerde lonca örgütlenmesinin çözülmesiyle ortadan kalktı.
Kapitalist üretim tarzının kesintiye uğramadan kendisini yeniden üretebilmesi için emeğin koşulları -üretim araçları- ile doğrudan üreticinin dolaysız birliğinin parçalanması, emeğin ücretli emeğe, üretim araçlarının da sermaye dönüşmesi ve bu dönüşümün sürekliliğinin sağlanması zorunluydu.
Bu parçalanmanın başlayıp zor kullanımı eşliğinde yoğun olarak yaşandığı, temelini ağırlıkla tarımsal üreticilerin mülksüzleştirilmesinin oluşturduğu ve yaşanan proleterleşme süreciyle birlikte kır-kent ayrışmasının da hız kazandığı tarihsel döneme sermayenin ilk birikim dönemi diyoruz.
Süreci ilk başlatanlar köyün ortak mülküne el koyarak varlığını feodalizm bünyesinde sürdürmekte olan komünal mülkiyeti tasfiye eden, köylüleri zorla topraklarından kopararak ekilebilir toprakları meralara çeviren feodal beylerdir.
Kiliseye karşı reform hareketi süregelen mülksüzleştirmeye hız kattı. Kilise topraklarının el konup yağmalanması bu toprakları kiralayan küçük çiftçilerin, kapatılan manastırlarda barınan kimsesizlerin proleterleşmesine yol açtı.
Mülksüzleştirmeyi ivmelendiren bir başka öğe, ayak uyduramayan küçük zanaatkârın ve lonca sisteminin tasfiyesini hızlandıran serbest rekabet oldu.
Proleterleşmenin hızlanmasıyla sayıları artan işçileri o dönemin manifaktür kapitalizmi aynı hızla işbaşı yaptıramayınca kentlere sürülen yığınlar yaşamlarını sürdürebilmek için dilenciliğe, hırsızlığa yöneldiler. Serserileştiler.[i]
Serseriliği şiddet uygulayarak yok etmeyi amaçlayan kanlı yasalar bu dönem çıkarıldı ve sermayenin “tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak” doğuşunun belgeleri olarak tarihe geçti.
Feodalizmin son döneminde bireysel şiddetin aracı olduğu mülksüzleştirme, daha sonra uygulanan zorun burjuva parlamentoların marifetiyle aldığı yasal biçimler altında 18. yüzyıl boyunca sürdü.
Burjuvazinin yükseliş döneminde sürecin asıl öğesi ücretlerin ve işgününün devlet zoruyla burjuvazi lehine düzenlenmesi olmakla birlikte devletin rolü sadece bu tür düzenlemeler yapmak ve zor uygulamakla sınırlı kalmadı.
Devlet, kamusal borçlanmanın ilk sermaye birikiminin en önemli kaldıraçlardan birine dönüşmesine de aracılık etti. Aşırı kamusal borçlanma, beraberinde günümüzde halen egemenliğini sürdüren modern vergilendirme sistemini yarattı.
Vergilendirmenin tek işlevi sermaye birikimi adına yapılan borçlanmanın yükünün halkın sırtına yıkılmasından ibaret değildi. O günümüzde de olduğu gibi daima işçileri uysallaştırmanın ve işten başını kaldırmadan sürekli çalışmaya tutsak etmenin gizli araçlarından biri oldu. Aşırı vergilendirme işte bu nedenle kapitalist toplumlarda “bir raslantı olmaktan çok, bir ilkedir.
Nihayet, korumacılık ve gümrükler ilk sermaye birikiminde uygulamaya sokulan yapay araçlar olarak azalan etkilerine rağmen günümüze değin varlıklarını korudu.
İlk birikim süreciyle hem emeğin koşulları –üretim araçları- hem de bizzat emeğin kendisi, onu boyunduruğu altına almak isteyen yabancı bir güç, sermaye olarak doğrudan üreticiden ayrıldı karşısına dikildi. İnsanın kendi emeğine yabancılaşmasının kazandığı ivme ile yabancılaşma sürecinde tarihsel bir eşik aşıldı.
Kır-kent farklılaşmasıyla toprağın yoksullaşması ve erozyonu da kapitalist gelişim boyunca hiç terk etmediği rotaya bu dönem girdi.
İnsanın kendine ve doğaya yabancılaşması dizginlerinden boşalmaya kapitalizmin tarihsel temelinin atıldığı bu dönem başladı.
İlkelleşen Sermaye Birikimi
Kapitalizm yetmişli yıllarda başlayan, sünerek uzayan ve halen şiddetli patlamalarla süren bir krizin içine girdi.
“Altın yükseliş” dönemi tükenmişti ama ardında sermayenin çelişkili doğasını yüzüne vuran ve kolayına tükenmeyecek bir dizi sorun bırakmıştı. Özellikle üçü, sermayeyi mevcut birikim rejimini gözden geçirmeye zorlayacak güçteydi:
1.      Bir yandan sonu gelmez bir rekabetin neden olduğu sermayenin organik bileşiminde gerçekleşen devasa artış, bir yandan aşırı birikmiş sermaye, kâr oranlarında gerilemeye yol açmıştı.
2.      Üretici güçler geometrik olarak artarken, pazarlar aritmetik olarak büyümüştü. Fordist bandın kitlesel üretim hızına pazarın büyüme hızı yetişememişti. Pazar doymuş, üretilen artık-değeri gerçekleştirmek zorlaşmış, stoklar şişmiş zarar yazmaya başlamıştı. İşin kötüsü dünya pazarı genişleyebileceği sınırların sonuna dayanmıştı. Daha fazla ancak derinliğine büyüyebilirdi. Yani yeni ihtiyaçlar yaratılacak, yetmediğinde ihtiyaç olmayan ihtiyaçlar peydahlanacak, metaların albenisi artırılacak, kullanım ömürleri kısaltılacak, çeşitlendirilecekti. Demek ki bundan böyle rekabet daha bir kızışacak, stoğa üretim son bulacak, ayakta kalmanın yolu arzdan ziyade talebe endeksli esnek bir üretimden geçecekti.
3.      Altın yükseliş döneminin son demlerine doğru işçi sınıfının burjuvaziden beklentisi artmış, sendikalar büyümüş, sermayenin ise tersine eli daralmış, heybesinde işçiler için ayırdığı pay küçülmüştü. Düşen kâr oranları toplu pazarlıkları al gülüm ver gülüm havasından çıkarmış, gerçek bir kavganın konusu yapmaya yetmişti.  Sermaye için sosyal refah devleti taşımak istemediği bir yüke, sendikalar da kurtulmak istediği bir fazlalığa dönüşmüştü.
Rüzgârın yönü belliydi. Şimdi sermayenin elinde çelişkili doğasında daha baştan verili olan eğilimini gerçekleştirebilmek için oldukça makul gerekçeler vardı. Üstelik savaşın onca tahribatına rağmen 1950’lerden başlayarak herkesten önce üretimini esnekleştiren ve böylece rekabet üstünlüğünde ilk sıraya yerleşen Japonya diğerlerinin önünde canlı örnekti. Yola esnekleşmiş üretimle devam edilecekti.
Ancak düşen kâr oranlarını tersine çevirmek için, üretimin yanında ayrıca emek-gücünün de esnekleştirilmesi, sömürü oranının ek bir maliyet istemeden yükseltilmesi gerekirdi. Demek ki mutlak artık-değer sömürüsünü artıracak yol ve yöntemlere ağırlık verilecekti. Bunun için de önce işçi sınıfının mevcut kazanımları geri alınmalıydı. Savaş sonrası işçi sınıfının çeke sündüre razı edildiği mutabakatın, sosyal refah devletinin suyu ısınmıştı.
 Mutabakatı bozan burjuvazi emek-gücünü yasalarla, yasaların yetmediği yerde fiilen esnekleştireceği, “uygar” görüntüsünün ardındaki gerçek yüzünü sergileyeceği, doğrudan işçi sınıfını hedef alan, henüz krizi aşma bağlamında kendisi için de nihayete ermemiş bir saldırıyı başlattı. 
Sosyal refah devleti uzlaşması çerçevesinde otomatiğe bağladığı birikim rejiminden,  devletin “sosyal” ve “refah” sıfatlarından kurtularak elindeki sopasıyla sadece devlet olarak rol alacağı, en belirgin kuralı kuralsızlık olan ilkel birikim rejimine geçti.
Yanlış anlaşılmasın!
Gerçekte sermaye birikimi, her yeni genişleme hamlesine uygun biçimlere bürünerek ona eşlik eden, özü zora dayalı mülksüzleştirme olan ilkelliğini hep korudu. Ama toplumsal ilerlemenin eriştiği düzey, genel üretici gücün barındırdığı özgürleştirici potansiyel dikkate alındığında bu ilkellik en fazla şimdi sırıtmaya başladı. Bu yüzden onu bugün çoğunluğun kullandığı esnek sıfatıyla değil, bu karşıtlığı en iyi anlattığını düşündüğüm ilkel sıfatıyla nitelemeyi tercih ediyor, ilkel sermaye birikimi diyorum.
Mülksüzleştirme, doğrudan üreticinin elinden üretim araçlarının çekilip alınmasıyla sınırlı bir süreç değildir. Bu onun görünen yüzüdür. Kaba şiddet eşliğinde en yoğun olarak sermayenin ilk birikim döneminde yaşandı. Ve:
ü     Emekçilere dolaylı-dolaysız vergiler olarak dönen kamusal borçlanma soygunuyla,
ü     Kamusal mülklerin, sağlık-eğitim hizmetlerinin özelleştirilmesi, emeklilik yaşının uzatılması, kıdem tazminatlarının kaldırılması gibi geçmiş mücadeleler sonucu kazanılan hakların gaspıyla,
ü      Emekçilerin emeklilik ve yatırım fonları aracılığıyla toplanan bireysel birikimlerinin borsalarda öğütülmesiyle,
ü     Türlü hokkabazlıklarla kredilendirilen emekçilerin gelecekteki gelirlerine ve ödeyemeyecek duruma düşmeleri halinde tüm varlıklarına haraç mezat el konulmasıyla,

ü      Sayıları azaldığından azalan bir yoğunlukla da olsa mülksüzleştirilen küçük üreticilerin kent ve kır yoksullarına dönüştürülmesiyle, 
Halen sürmektedir. 
Akyaka’da pazar yerinin üstündeki zeytinlik alanın başına gelen de yukarıda sayılan mülksüzleştirme biçimlerinden biridir. Kamusal bir mülk özelleştirme adı altında sermaye birikimine dâhil edilmeye çalışılmaktadır.
İmar değişikliği usulsüz mü, değil mi, konutlar iki katlı mı yoksa çok katlı mı olacak laf kalabalığının kaldırdığı toz bulutunun örtmeye çalıştığı gerçek de budur!

Alpaslan Aydın





[i] Serseri: Belli bir işi ve yeri olmayan başıboş (kimse). Dil Derneği, Türkçe Sözlük, Ekim 1999.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder