11 Ocak 2012 Çarşamba

Akyakalı Nail Çakırhan'ı Anlamak

‘‘ Akyakalı olmak üstüne’’


                                                                           ‘‘…Evlerinin önü mersin
                                                                                  Ah! Sular içmem bi tanem
                                                                                                    tersin tersin…     ’’
   
     
             Akyaka evleri N.Çakırhan’ın emeklilik düşlerinin ürünü mü idi yoksa dünyaya bakışının dolaylanmış bir yansıması mı idi?
              N.Çakırhan niye gelip bu sivrisinek yuvasına eski türde bir ev kondurmayı seçmişti? Bu, basit kişisel bir heves miydi, yoksa yaşantısının tabii bir sonucu muydu. Kimdi N.Çakırhan? Biografik nitelikleri sır değil,merak eden araştırıp öğrenebilir.
               Eğer yaptığı ev rüyalarının eviyse,O’nun rüyaları nelerdi acaba? Bu konuda yazılmış bir kitap bir belge bilinmiyor. Niye önemli ki N.Çakırhanın rüyaları.O’nun çok kişisel öznel şeyleriydi bunlar,karıştırıp durmanın ne anlamı olabilir.Ama gelin biz biraz rüya yorumculuğuna soyunup,Akyakayı Akyaka Yapan Adamın düşleri,özlemleri, öznel dünyası üzerine yoğunlaşalım.Neden mi? Çünki biz Akyakalıyız,ya da gerçekten Akyakalı olmak istiyorsak N.Çakırhanı iyi anlamalıyız. Aksi halde, yörenin kadim köylüsü de olsak Akyakalı sayılmayız.
                S.Freud‘culuk bizden uzak olsun! Biz rüya yorumculuğuna N.Çakırhanın evine bakarak girişelim. Öyle ya!Rüyalar uykudayken görülür ve kişi en iyi uykuyu kendi evinde çeker ve hele kendi yaptığı evde uyurken görülen rüyaların tadına doyum olmaz.
                İşe biraz tersinden bakalım.Diyelim ki biz belli türden rüyalar görmek istiyoruz.O zaman içinde o türden rüyalar görebileceğimiz bir ev yapmaz mıyız? Hani  “....Bahçesinde ebruliii.. çiçekler açan bir ev..” yaparsak  rüyalar da “ebruliii…” olmaz mı? Acaba N.Çakırhan ebruli düşler peşinde miydi, yoksa O’nun çiçeklerinin rengi başka mıydı,
araştıralım bakalım.
                İnsan en güzel en heyecanlı serüven dolu düşleri ne zaman görür. Bana sorulursa, çocukken gördüğüm düşler bir başkaydı doğrusu. Hani, darda zorda kalınca kuş olup uçuvermek, bir dağın yamacına konuvermek…vardı ya! Uçmak, gökyüzüne doğru…uzakları çok uzakları görebilmek….bulutlara karışmak…güneşi yakalamak…falan.
                 Kim çocukluğuna bir geceliğine de olsa dönüp böylesi düşlere dalmak istemez!
                 Acaba N.Çakırhan yaptığı evle çocukluğuna  dönmeyi istemiş olabilir mi? Evi incelediğimizde eski Ula-Muğla evleriyle benzerliği göze batarcasına belirgin, eski geleneksel yöre evlerinin yeni bir yorumu. İnsanın çocukluğu doğal olarak mutluluğa en yakın duran dönemdir-ağır şanssızlıklara uğramamışsa. N.Ç’ın böyle bir ev yapmasının nedenlerinden biri çocukluğunun geçtiği, sevdiği ve sevildiği insanlar arasındaki yaşamına bir özlemdi dersek, Yüksek Mimarlık zanaatını anlamamış mı oluruz. Biçimi bakımından kusursuzca yapılmış bir mekanı-bu bir saray bile olsa yaşayan bir varlık haline getiren onun içinde yaşayanlar ve yaşananlardır. Kusursuz, süslü görkemli ama soğuk ölü bir ev ile sade, içtenlikli, sıcak, yaşayan bir ev! N.Ç bu ikinci seçeneği yeğlemiş.Yani şöyle gösterişli, albenili, muhkem kapılı şato-villa benzeri bir ev değil de, aydınlık, işlevsel bir köy-kasaba evi yapmış-öte türde mekanları da yapabileceğini kanıtlamışken.
        Her yetişkin insanın yaşamında varolan ve onun geçmişini temsil eden şeye kişi niye  dönmek istesin ki. Ama eğer, diyorsak ki, çocuk, insanın geleceğidir; çocuğu ve çocukluğu özleyen geleceğini çağırmaktadır. Hal böyleyse, N.Ç.’ın kendi çocukluğunun özlemiyle yaptığı evin, gelecek üstüne olan düşleriyle ilintisi vardı. O’nun gelecek üstüne düşleri nelerdi acaba? Düşsel bir gelecek, düşsel bir ülke, dünya…Buradan N.Ç.’nın düşsever biri olduğu sonucunu da çıkarabiliriz doğallıkla-şairliği de bunu kanıtlıyor aslında .İyi ama, N.Ç. ayakları yere basmayan, hayaller aleminde yaşayan bir ayyaş mı idi. Pek sayılmaz. Yaşamı ve mücadeleleri göz önüne alınınca, sıkı sıkıya gerçekci bir kişi olduğu da ortada. Peki Akyaka’ya gelip o evi inşa edişi niye? ’Hastalık,yorgunluk vs’ gibi fizyolojik etkenlerin yanı sıra, acaba düşlerini, şiirini elden kaçırmamak, onları koruyup sürdürmek, çoğaltmak yaymak, benimsetmek vs. olamaz mı. Zira yaptığı tek ev kendi evi olsaydı, sadece kişisel dertlerine derman niyetiyle yetinebilecekken, yöreye benzer evler kondurmakta hiç isteksiz davranmamış-Hem de yap-sat zihniyetine kapılmadan. N.Ç.’ın Akyaka’ya gelişi basit bir sağlık sorunu gibi gözükse de yaşamının geri kalanını bu yörede geçirmiş olması, konunun daha derin olduğunun dışavurumudur. Kişisel yaşamı ve varoluş mücadelesi ile geleceğin toplumu düşleri arasında bir bağ olduğu nasıl yadsınabilir. Bizim gibi az gelişmiş  bir ülkede böylesi düş ve düşüncelere sahip olmak, hele onlara yakın düşen bir hayatı sürdürmek ne menem şeydir. Az gelişmiş ülkede çocuk olmak ne demektir, düşlerinin peşinden koşmanın bedeli nedir? Bunu Nail Çakırhan’ın yakın arkadaşı, yoldaşı Nazım Hikmetin dizelerinden izlersek…
                        Hoş geldin bebek
                         Yaşama sırası sende
                         Senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca…
                                 …İnce hastalık..kalp enfarktı falan
                                  …İşsizlik açlık
                                      Kara sevda ayyaşlık….
                         Polis copu hapishane kapısı falan..”   diye sürüp gider.

              Biz yine iyimserliğe uzak düşmeyelim, düş kuşunu ürkütüp kaçırmayalım.
              Bir düşünürün sorusuyla devam edelim; “…söyleyin bana dostlarım, bir aslanın yapamayacağı ama bir çocuğun elinde olan nedir?”
               Demek ki N.Ç’ın bu sivrisinek, börtü böcek ülkesine gelip yuva kurması eyleminde geçmiş ve gelecek birleşmiş, iç içe geçmiş gibi görünüyor. Bu birleşmenin yöre insanınca yaygın kabul görüşü de ayrıca anlamlı.
               Ev’in bir “Ruhu” varsa ve içinde yaşayanlara yansıyorsa, onlar farkında olmasalar da Akyaka Düşlerine ya da Düşlerin Akyakasına katılmış olacaklardır.
               Düşsel ülke, bilindiği üzere ,insanı hep kendine çekmiştir. Öyle ki bunu yaşama geçirmeye çalışmış olanlar hiç te az değildir tarihte. Evet…! Utopia‘dan sözediyorum. Akyaka bir Utopia da acaba biz farkında mı değiliz? N.Ç. bir ütopya yaratmak amacıyla seçmiş olmasın bu yöreyi!
                Öte yandan ‘garip bir rastlantı eseri’, Akyaka artık bir Cittaslow. Cittaslow da bir tür Ütopia olmasın sakın. Değil mi ki, Cittaslow egemen olan yaşama biçimine bir itirazı, karşı çıkışı simgeliyor, Ütopyalar da gönüllerdeki toplumun bir hayali ve dilegelişidir zaten.
                Tamam…! Şimdi bütün taşlar yerine oturuyor.
                 Köyümüzün adında bir küçük değişiklik yapıp ona artık CITTASLOW ÜTOPYAKA diyelim mi?
                 Bunu anlamsız hatta komik bulanlar olabilir belki. Onlara alçakgönüllülükle, birilerinin Akyaka’ya cennet sıfatını sık sık layık gördüklerini hatırlatalım. Gönlümüz bu dünyaya ve yaşama bağlı kalmaktan yana eğilim gösteriyorsa, ÜTOPYAKA daha gerçekci bir ad olmaz mı?
                                                                                                                      Alp Tekin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder