10 Ekim 2011 Pazartesi

Sahi kim ki yabancı dediklerimiz?

                                                                                             Hâlbuki hiç kalıcı olmayı düşünmedim
                                                                                             Sessizce geçip gitmedeyim aranızdan

Sosyolog George Simmel bir tip olarak yabancıyı bugün gelip, yarın gidemeyen olarak tanımlar. Nasıl ki turist bugün gelip yarın giden kişi ise - gidebiliyor çünkü-  yabancı da bugün gelip yarın geldiği yere dönemeyen kişidir. Modern hayatta kim yabancı değil ki, kimler yerinden edilmedi ki: şehir hayatı, iş bulma kaygısı, göçlerle artık hepimiz birer yabancı değil miyiz? Gittiğimiz her yeni yerde yabancı olmuyor muyuz? Akyaka bunun en bariz örneği: Türkiyeli ya da değil Akyaka’ya sonradan yerleşmiş herkes yabancıdır burada. Tamam öyle ama bu durumu öyle kullanırsınız öyle anlarsınız ki yabancı olmak bir meziyet olur ama öyle kullanırsınız ki hakaret olur, hedef göstermek olur. Hrant Dink bu seçeneklerden hangisinin örneğiydi dersiniz?
Yabancı olmak-lığın öyle güzel bir yanı vardır ki Türkçenin en güzel kelimelerinden bir tanesine hayat verir: İmkân. Yabancı gözü, yabancı bakışı hayatın başka türlü de yaşanabilirliğine kapı aralar. Eleştirel bir gözdür, sorgular, sorgulatır: gelenekleri, görenekleri, doğru olduğunu düşündüklerimizi, güçlerimizi, yaşama bakışımızı, dilimizi, dinimizi yani bütün bir kültürü sorgulatır bize bir yabancı. Üzerine hayatımızı kurduğumuz ve böylece hayatı ürettiğimiz değerlerin sorgulanması ve tazelenmesi insan olmanın erdemi değil midir? Tutuculuğumuzun sınırlarına ermek ve o sınırları aşmaya meyletmek muhteşem değil midir? Kendimizi aşmaya çalışmak, tekâmül etmek hayatta sırrına erilecek, verilecek en önemli sınavımız değil midir? Yaşama sanatını keşfetmenin en güzel, en olmazsa olmaz uğraklarından birisi değil midir? Çünkü hayat kurulur; hayatın içindeki her şey kurumlar, aile değerleri, toplumsal değerler, devletler, ilişkiler hepsi birer inşadır ve inşa olan her şeyin kurulduğu gibi yıkılabileceği, değişebileceği, dönüşebileceği gerçeğini es geçemeyiz. Kurulan her şeyin hataya açık olduğunu, hatalar yapılabileceğini ve tarihte her toplumun, her kurumun hataları olduğunu defalarca görmedik mi? Hatalardan kaçamıyoruz, hata insana özgü ama önemli olan insanın hataları ile yanlışları ile yüzleşmesi değil mi? En önemlisi bu değil mi? Ancak bu eleştiri ile tazelenebiliriz, eleştiri sayesindedir ki kendimizle, toplumumuzla, başka toplumlarla yüzleşebilir ve hataları tekrar etmemenin imkânına kavuşabiliriz.
Bilmedikleştirme diye bir kavram vardır. Bize çok doğal gelen, hep öyle olduğunu sandığımız pek çok şeyin insan yapımı olduğunu yani beşer olduğunu hatırlatır bize. Yine coğrafyamızda çok kullanılan güzel bir deyim burada çok yerinde olur: beşer, şaşar. Devlet, aile gibi doğallığına gömülü olduğumuz kurumlar, dinler hepsi sorgulanmaya ve eleştirilmeye açıktır. Ancak felsefeden, hayatın dolayısıyla zamanın ve mekânın kurulan gerçeklikler, üretilen, inşa edilen gerçeklikler olduğundan öylesine uzak yaşıyoruz ki onların da sorgulanabileceğini unutuyoruz. İyi ve adil bir yaşamın ise unutmaya gelmediğini, adil ve iyi bir hayatın sürekli sorgulanarak üretilmesi gerçeğinden kaçıyoruz ya da erteliyoruz. İşte bu doğallığa teslim olmamak için her şeyi bilmedikleştiren o bakışı öğrenmeye ya da işletmeye çok ihtiyaç var. Yabancı da bilmedikleştirme mekanizmasını işletmeye önemli ölçüde yardımcı olur. Bu yabancı gerçekten başka coğrafyalardan gelmiş insanlar arasından çıkabileceği gibi aynı coğrafyada yaşadığınız hemşerileriniz arasından da çıkabilir. Bir hemşerinizin o yabancı bakışını gerçekleştirmesi ise askıda bir yaşamı davet etmesi, bağlanmadan bir yaşam sürdürmeye çalışması ile gerçekleşir. Bir insan için bağlanmadan bir hayat sürmesi ne demektir diye soracak olursak en basitinden sırtını yaslayacak hiçbir güç odağının olmaması demektir. En çok aydınlar arasından çıkması beklenir bu bağımsız düşünürlerin. Bağımsız olmalarının önemi adil olana hizmet etmeleri ve hiçbir güç odağı ya da kişisel çıkar adına gerçeği çarpıtmamaları, gerçekle yüzleşebilme cesareti gösterebilmeleri ve tamahkârlıktan uzak durabilmek gibi mesnetlerden beslenir. Böylesi değerlerin bir hayli azaldığı toplumsal yaşamlarımızda bu değerleri taşıyan insanlar da kendiliklerinden yabancı olmuyorlar mı sizce toplumsal ortama.
Lafı daha fazla uzatmayı çok hak eden bir konu olmakla birlikte ve ettiğim bunca laf için mazur görülmeyi isteyerek daha çok kereler yüzleşmemiz gereken bu konuya dönmek zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Öyle ki modern yaşam üzerine temel eleştiriler ve acilen etik bir hayata dönüşün ve etik değerler üzerine yükselen toplumsal bir yaşamın bugünkü kesişim noktası, en önemli tartışma konusu da budur: Öteki. Öteki, bir başkası, diğer yüz, başkalarının değerleri, başkalarının yaşamına saygı üzerine temellendirilmeyen toplumsal hayatlar ne yazık ki toplumsal barış üretemiyorlar. Toplumsal ortamımızda savaş çığırtkanlığının ayyuka çıktığı şu günlerde bu çığırtkanlığa ortak olmamak gerekir. Dolayısıyla yaptığımız, söylediğimiz her sözün farkında olmadan bu çığırtkanlığa hizmet edecek olması çok acı sonuçlar doğurmaktadır. Yani hayat hiç ummadığımız şekilde şeyleri, durumları, anları, olayları birbirine bağlıyor. Adını vermeyeceğim bir arkadaşın pek güzel ifade ettiği gibi hali pür melalimiz bu mu olmalıdır: “Akyaka’da yaşayan bizlerde buranın sorunlarını biliyoruz ama AKP’li başkan gelecek diye hasbel kader seçtiğimiz başkanın yetersiz kalması nedeni ile bu konuları malesef yabancılar dile getirmekte ve bizimde bunları alkışlamamız umulmaktadır”. Ne yazık ki bu sözlerin özrü kabahatinden büyük olan içimizden birisine aittir. Evet, bu özür kabahatinden daha büyük. Bir kere AKP’li başkan da gelse CHP’li başkan da gelse gelenlerin tarafları da olsak bu kadarı demokrasiyi inşa etmek için yeterli midir ki? Parti yardakçılığı olamaz bizlerin işi. Bir kere hangi parti gelirse gelsin hangi başkan seçilirse seçilsin bizler tek adamlar seçmiyoruz. Bizler bir ekip seçiyoruz. Bizler bir ekibin programlarını, projelerini seçiyoruz. Toplumsal adalet adına en iyisini yapmaya çalışacak olanı seçmiyor muyuz? En azından benim için seçimin anlamı bu. Ama seçmek yetmiyor, yetmez. Seçilen ekibin, başkan ve adamlarının değil (!) başkan ve belediye meclisi üyelerinin seçimler öncesi söz verdikleri, yapmayı vaat ettikleri, sundukları planları, projeleri takip etmek bizlere düşer. Dedik ya beşer, şaşar. O zaman onlara eylemlerini hatırlatmak gerekir, yanlış yaptıklarında eleştirmek, iyi yaptıklarında ise takdir etmek gerekir. Ama görülen o ki bizler sadece başkan seçiyoruz, başkan adamlarını belirliyor ve gerisi Allaha emanet, sonra canları ne isterse onu yapıyor ve bu boşluğu onlara biz bırakıyoruz. Öncelikle buna müdahale etmek gerekir diye düşünüyorum. AKP’li belediye istemiyorsanız bunun için çalışın. Ama bu kötünün iyisini seçmek anlamına gelmemeli. Bunun için özellikle nispeten küçük ilçelerde ya da Akyaka gibi beldelerde akrabalık ilişkileri üzerinden yürütülen politikalara son vermek adına mücadele etmek gerekir. Bilirsiniz işte belde ikiye bölünür, yarısı bir partilidir, diğer yarısı diğer partili. Ve halka verilen sözler, vaatlerle seçim kazanılmaya çalışılır, sonra başkanlar oy verenlere hayır diyemez hale gelir ya da oy verenler çıkarları adına başkanlarının arkasında başkanım, başkanım diye gezinir. Bu resme son vermek gerekir. Bunun için sivil örgütlenmeler önemli olur. O zaman akrabalık ilişkileri üzerinden değil de vatandaşlık, yurttaşlık, hak ve hukuk üzerinden ve herkesin bir birey olduğu, birey kabul edildiği ve hissettiği ilişkilere girilir. Örneğin turizmcilerinizin birliği olursa, örgütlenirlerse turizmciler kendilerini yalnız hissetmez, sorunlarını örgütleri üzerinden halletmeye çalışır. Belediye ile bir sorunları olduğunda bir birlik olarak belediyenin karşısında bulunur ve yalnızlaştırılmaz. Ayrıca belediyenin bir kusuru olursa, görevini kötüye kullanırsa da turizmciler birliği olarak yasal yollarla haklarını arayabilirler. Ya da restorancıların, el sanatçılarının, turizm işçilerinin, ev kadınlarının, taksicilerin ve işte başka esnafların örgütleri olursa güçlenmiş olurlar ve seçim zamanı geldiğinde de bütün bu kesimlere eşit ve adil davranabilecek bir başkan seçilebilir. Böylece seçim çalışmalarının biçimi de değişir. İnsan ilişkileri de değişir. Akrabalık ilişkileri ve ahbap çavuş ilişkilerinden arınık bir toplumsal ortam hak ve adaletin gerçekleşebilmesi için ortam yaratır ve böylece başkanlarla girilen kişisel çıkar ilişkilerinin önüne geçilebilir. Ve bu tür ilişkilerle ziyadesiyle kirlenmiş politik ortamlarımızın acilen bu tür temizlikler için örgütlenmesi gerekir.
 Dünyanın küreselleştiği şu dönemde hiçbir ülke yalıtık bir toplumsallık yaşamıyor. Dünyanın bütün ezilenleri başka bir dil kullanmaya başladı artık. Yabancı olarak adlandırdıklarımızı, hor gördüklerimizi, itip kaktıklarımızı yeniden değerlendirmek zorundayız ve bu bir program işidir. Dünyada ve Türkiye’de barışa bu kadar çok ihtiyaç olduğu bir dönemde gelecek seçimlerin değerlendirmesi bile bu konuya partilerin tanıdığı öncelik üzerinden yapılabilir hatta yapılmalıdır.
Yabancı içimizden biridir. Her birimiz modern hayatın yalnızları, yabancılarıyız. Geniş düşünmeliyiz, sınırlar ötesi çünkü dünya bizlerin biricik Türkiye’sinden ibaret değildir. İnsan aynı zamanda dünya vatandaşı olmaya da çalışmalı,  sadece bir din yetmez ruh işçisi de olmalı. Aile sadece anne baba kardeş değildir, içine katabildiklerimizle çoğalır. Bir bahçesi olsun ister aile ve hayvanları; şairler ister, ressamlar, romanlar, filozoflar, düşler ve yolculuklar ve bilmediğimiz, tanımadığımız diyarlardan misafirler; yoksa yoksullaşır aile. Gönül yoksulluğunu kanla zenginleştiremeyiz, sadece bayrak ve marşla, oluk oluk akan kanla bir ülke inşa edemeyiz. Ayrımcılıkla barışı ikame edemezsiniz, edemeyiz. O zaman inanıyorum ki cennet Türkiye bağrındaki bir başka cenneti de gösterir bize… Yoksa tahammül göstermek istemediğimiz herkesi ve her şeyi yabancı diye ortadan kaldırmaya, insanlıktan çıkarmaya ya da kafeslerin ardına atmaya çalışmak işten bile değildir. Ama bizler artık adil bir hayatı gerçekten hak ediyoruz, onca acıdan sonra. Artık çoktan bedelini ödediğimiz adaleti imtiyazsız olan herkes için istiyoruz.  
Saliha Yazgaç

İTİRAZIN İKİ ŞARTI
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye'de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya'da türk olacağız
hollanda'da surinamlı
fransa'da cezayirli
iran'da azeri
amerika'da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil'de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı...
nevzat çelik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder